ÖZET
Sekülerleşmeye dair tartışmaların en temel ön kabulü sekülerleşme ile din arasında birbirini olumsuzlayan zıt bir ilişkinin var olduğudur. Ancak, bu tanımlamanın artık çok genel bir yaklaşımı ifade ettiği ve istatistiki bilgilerle beslendiğine dair yaygın bir kanaat söz konusudur. Nitekim modern çağda “dinin politikadan uzaklaştırılması” ya da “toplumun dini tutum ve ritüellerindeki gerileme” olarak tanımlanan sekülerleşme, dinin zaman içinde önemini kaybedip zayıflayacağı tezini doğurmuştur. Bu tez özellikle klasik sosyolojik yaklaşımın en dikkat çeken sekülerleşme paradigması haline gelmiştir. Hâlbuki sekülerleşme bazı dinî geleneklerin teolojik yaklaşımının bir gereği olabilir. Örneğin Hıristiyanlığın Protestanlık mezhebinde sekülerleşme, Katolik Kilisesi’nin yadsıdığı dünyanın ve dünyevi yaşamın, dinî açıdan değerinin artırılmasını ifade etmektedir. Kelimenin kavramsal anlamı çerçevesinde sekülerleşme, Hıristiyanlıktan değil, Katolisizm’den uzaklaşmaktır. Protestanlık tarafından Katolik Kilisesi’nin dinî temrin ve telkinleri dünyevi yaşamdan çıkarılmak istenmiştir. Katolik Kilisesi’nin kilise ve manastır yaşamını öne çıkarıp gündelik dünyevi yaşamı küçük gören doktrininin yerine dünyevi meslek ve meşguliyetleri dindarlık çemberine alarak âdeta kutsanması sağlanmıştır.